T.C.
ANKARA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
19. CEZA DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA KARAR
Esas No : 2019/1191
Karar No : 2022/862
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 03/05/2019
NUMARASI : 2018/361 Esas 2019/308 Karar
SUÇ : Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etmek,
Terör Örgütü Propagandası Yapmak
GÖZALTI TARİHİ : 30/01/2018-02/02/2018 (4 gün-sanıklar Şeyhmus Gökalp,
Sinan Adıyaman ve Ayfer Horasan için)
30/01/2018-05/02/2018 (7 gün-diğer sanıklar için)
HÜKÜM : Mahkumiyet
İSTİNAF
BAŞVURUSUNDA
BULUNANLAR : Tüm sanıklar müdafii-21/05/2019
İlk derece mahkemesince verilen hükme karşı istinaf kanun yoluna başvurulmakla dosya incelenip görüşüldü, istinaf talebinin süresinde olduğu, istinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi:
I. HUKUKÎ SÜREÇ
1.1.Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyesi olan tüm sanıkların, 01.09.2016 ve 24.01.2018 tarihli TTB resmi sitesinde yayınladıkları iki ayrı bildiri sebebiyle; 01.09.2016 tarihli bildiri için TCK 216/1. maddesi ve 3713 sayılı yasanın 7/2,53 maddeleri uyarınca; 24.01.2018 tarihli bildiri için 3713 sayılı yasanın 7/2,53 maddeleri cezalandırılması; sanık Hande Arpat’ın sosyal medya paylaşımları nedeniyle 3713 sayılı yasa 7/2, 43,53 maddeleri uyarınca cezalandırılması; Şeyhmus Gökalp’ın sosyal medya paylaşımı nedeni ile 3713 sayılı yasa 7/2 ve TCK 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.
1.2.İddia makamı mütalaasında özetle; Tüm sanıkların 01/09/2016 ve 24/01/2018 tarihlerindeki eylemleri sebebiyle TCK nın 216/1,53 maddeleri gereğince ayrı ayrı iki kez cezalandırılması; Sanık Hande ARPAT’ın 21/09/2014, 04/10/2014 ve 17/10/2014 tarihlerindeki sosyal medya paylaşımları nedeniyle 3713 sayılı yasanın 7/2.maddesi, TCK 43, 53 maddeleri gereğince cezalandırılması ; her nekadar sanık Şeyhmus GÖKALP’in 12/09/2017 tarihli sosyal medya paylaşımı nedeniyle, 3713 sayılı yasanın 7/2 ve TCK 53 maddeleri gereğince cezalandırılması talep edilmiş ise de, sanığın paylaşım içeriğinin suç teşkil etmediği anlaşılmakla sanığın müsnet suçtan CMK 223/2-a maddesi gereğince beraatine karar verilmesi mütalaada talep edilmiştir.
1.3. İlk derece mahkemesi Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi yargılama sonucunda;2018/361 esas 2019/308 karar numaralı kararı ile tüm sanıkların 01.09.2016 ve 24.01.2018 tarihli bildiriler nedeniyle TCK nın 216/1, 62. maddeleri uyarınca iki kez 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, HAGB, erteleme hükümlerinin uygulanmasına ve seçenek yaptırıma çevirme uygulanmasına yer olmadığına;
Sanık Hande Arpat’ın 21/09/2014 ve 17/10/2014 tarihli sosyal medya paylaşımları nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi, 7/2-2. cümlesi, TCK’nın 43/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına;
Sanık Şeyhmus Gökalp’in sosyal medya paylaşımı nedeniyle terör örgütünün propagandası yapmak suçundan beraatine karar verildiği görülmüştür.
1.4.Verilen mahkumiyet kararlarına karşı tüm sanıklar müdafinin istinaf yoluna başvurduğu, iddia makamının istinaf başvurusunun olmadığı, beraat kararları yönünden hükümlerin istinaf inceleme konusu olmadığı anlaşılmıştır.
II. İSTİNAF SEBEPLERİ
Yargılama sonucunda verilen mahkumiyet kararları tüm sanıklar müdafi Av. Ziynet Özçelik tarafından süresinde istinaf edilmiş olup, dilekçesinde özetle atılı Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etmek ve Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçlarının unsurlarının oluşmadığını belirterek, duruşma yapılmak suretiyle istinafa konu Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesinin mahkumiyet yönündeki kararlarının kaldırılarak beraat kararı verilmesini talep etmiştir.
III. İSTİNAF İNCELEMESİ YÖNTEMİ
Yargıtay 3. Ceza Dairesi istikrar kazanmış içtihatlarında; atılı suçun ceza kanunlarında suç olarak düzenlenmediğinin istinaf incelemesi sonucunda anlaşılması halinde; dosya üzerinden, duruşma açmadan, sübuta ilişkin kabulün doğru olması ancak bu sübuta bağlanan hukuki neticenin hatalı olması halinde, hükmün sadece mahkumiyet sonucunun beraat olarak düzeltilerek istinafın reddi kararı verilebileceğini içtihat etmektedir.
( Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2021/19307 esas 2022/3884 karar ; ” Yargıtayın CMK’nın madde 193/2 (ve CMK m. 223/9) hükmünün uygulanmasında derhal beraat kararı verilmesi) bakımından dahi “delil takdiri gereken hallerde” savunma alınmaksızın ve sanık sorguya çekilmeksizin beraat kararı verilemeyeceğini kabul ettiği nazara alındığında CMK’nın madde 280/1-a hükmü kapsamında duruşma açılmaksızın ve delil takdiri yapılmaksızın sadece dosya üzerinden inceleme yapılarak sanığın savunması alınmaksızın mahkumiyet kararı verilebileceğini kabul etmenin ceza muhakemesinin temel ilkelerine aykırı olacağı izahtan varestedir(Birtek Fatih Ceza Muhakemesinde İstinaf sh.235).
Şu hale göre istinaf mahkemesi, ilk derece mahkemesince verilen mahkumiyet hükmünü maddi vakıanın sübutu yönünden isabetli bulmakla birlikte, sübutu kabul edilen maddi vakıaya bağlanan hukuki neticenin hatalı olduğunu düşünmekte, mesela eylemin kanunda suç olarak düzenlenmediği ya da suç olmaktan çıkarıldığı kanaatinde iseincelenenhükmün bütünü kaldırılmaksızın sadece hukuki meselenin çözümüne ilişkin mahkumiyet yerine beraat kararı verebilecektir. Yerleşik Yargıtay uygulaması da böyledir. ” )
IV. MEVZUAT VE YARGI KARARLARI
4.1. Mevzuat
Türk Ceza Kanunu Madde 216/1 : ” Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Madde gerekçesi ;
“Madde 216.– Birinci fıkrada tanımlanan “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu, hukuk devleti olma standardı yüksek olan birçok ülkenin Ceza Kanunlarında yer almaktadır. Hiçbir devlet, vatandaşları arasında, muayyen özelliklere sahip bir kesiminin diğer kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa, öç almayı gerektirecek şiddetli nefrete yönlendirilmesine seyirci kalamaz.
Öte yandan çağdaş dünyada, gelişmenin temel dinamiği olarak düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kabul edilmektedir. Bu bağlamda; kişilerin düşündüklerini hür bir ortamda söyleyebilmeleri, demokratik toplumun varlığı için zaruri sayılan unsurlardandır. Söz konusu suç tanımı, bu düşünceler dikkate alınarak yapılmıştır.
Suçu oluşturan “tahrik”, soyut saygısızlık ve reddin ötesinde, bir halk kesimine karşı düşmanca tavırlar gösterilmesini sağlamaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye objektif olarak elverişli olmalıdır. Fail sübjektif olarak da bu amacı gütmeli, halk kesimini kin ve nefrete tahrik etmelidir. Bu kapsamda salt yüz çevirme, soyut bir ret veya saygısızlık ifade eden bir davranışta bulunma veya bu yönde sözler sarfetme, suçun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Fiilin suç teşkil etmesi için bunların ötesinde, ağır ve yoğun bir tarzda kin ve düşmanlığa tahrikin var olması gerekir. Failin fiili, adet ve şahıs olarak muayyen olmayan toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmalıdır.
Kin, “öç almayı gerektirecek şiddetli düşmanlık hareketlerin zeminini oluşturan psikolojik bir hâl”; düşmanlık ise, “husumet beslenen konuya karşı düşünerek, tasarlayarak zarar vermeye, onu mağlup etmeye yönelmiş kin duygusu” olarak da tanımlanabilir. Şu hâlde kin ve düşmanlık; “husumet beslenen konuya karşı tasarlayarak zarar vermeye, öç almayı gerektirecek şiddette nefret duymaya yönelik hareketlerin zemini oluşturan psikolojik bir hâl” olarak açıklanabilir.
Fıkra metninde; fiilin kamu güvenliğini tehlikeye düşürecek biçimde yapılması arandığı için, suç; soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılmış, somut tehlike suçu hâline getirilmiştir. Bu suretle, çağdaş hukuktaki soyut tehlike suçlarını azaltma yönündeki eğilim dikkate alınmış, temel hak ve hürriyetlerin kullanım alanı genişletilmiştir. Bu düzenleme sayesinde “kin ve düşmanlık” ibaresinin anlamı da dikkate alındığında sadece “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikler” madde kapsamında değerlendirilebilecektir.
Söz konusu suçun oluşması için, kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Bu somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini belirlerken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesinin gerçekleşmesi gerekir. Hâkim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. Bu kapsamda, kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliğini bozma açısından yakın bir tehlike oluşturduğunun tespit edilmesi gerekir. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kesimi üzerinde tahrik konusu fiillerin işleneceği hususunda duyulan endişeyi haklı kılacak bir etki oluşturması gerekir. İfade özgürlüğü ile bu tip tehlike suçları arasında “açık ve mevcut tehlike” kriterinin var olması gerekir. Buna göre, yapılan konuşma veya öne sürülen düşünceler toplum açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturduğu takdirde yasaklanabilmekte, keza böyle bir tehlikenin varlığı somut olarak, açıkça tespit edilmedikçe söz konusu suçtan dolayı cezalandırma yoluna gidilemez.”
3713 sayılı TMK nın 7/2. maddesi – (Değişik: 29/6/2006-5532/6 md.)
“(Değişik ikinci fıkra: 11/4/2013-6459/8 md.) Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. (Ek cümle:17/10/2019-7188/13 md.)
Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. “
4.2. Yargıtay Uygulaması
TCK 216/1. madde içtihatları:
Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 2021/5283 esas 2022/2591 karar sayılı kararı; “… Türk Ceza Kanunun 216. maddesinde yer alan düzenleme, doğrudan ifadenin içeriğinihedefealarak bir sınırlama öngörmemektedir. İfadenin iletişimsel etkisinin muhatapları üzerinde yarattığı varsayılan etkiyi değil, somut vakıada kullanılan ifadenin yaratmış olduğu etkiyi dikkate almaktadır. (Terörizm ve İfade Özgürlüğü Paradoksu, Yard. Doç Dr. Kemal Şahin, Sy.339) Kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak varlığı gereklidir. Bu tehlike, somut bir tehlikedir. Somut tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenirken failin söz ve davranışlarının neden olduğu tehlike neticesine bakmak gerekir. Hakim, kullanılan ifadeler dolayısıyla bu tehlikenin gerçekleşip gerçekleşmediğini, dayanak ve noktalarını göstermek suretiyle belirleyecektir. “
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 2010/7607 esas 2012/6296 karar sayılı kararı; ” Sanığın, bazı resmi kurumların yapmış oldukları açıklamalar ve uygulamalarına yönelik eleştiri mahiyetindeki “Basına ve Kamuoyuna” başlıklı basın açıklamasının bütünü gözetildiğinde, geçmiş olaylara ve gelecekte yaşanabileceklere yönelik görüş açıklaması niteliğinde bulunduğu, konuşma sonrasında herhangi bir olay yaşanmadığı gibi yakın bir tehlikenin varlığından da söz edilemeyeği, AİHS’nin 10.maddesi ve AİHM’nin yerleşik içtihatları birlikte değerlendirildiğinde sanığın eyleminin şiddet içermeyip, ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kaldığından atılı suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi yasaya aykırı “
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 2010/6293 esas2012/21247 karar sayılı kararı; ” Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.nun 312. maddesinde ..’kamu düzeni için tehlikeli olabilecek bir şekilde düşmanlığa ve kin beslemeye alenen tahrik’ aranmakta iken, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun 216/1. maddesi ise ‘… tahrik eden kimse, bu nedenle …. açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması halinde …. cezalandırılır’ şeklinde düzenlenmiştir. 765 sayılı Yasanın 312. maddesinde fiilin suç olması için sadece sanık tarafından söylenmesi ve yazılması yeterli görüldüğü halde, 5237 sayılı TCK.nda belirtilen hususlar yeterli görülmeyip ‘… bu nedenle açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması’ unsuru aranır hale gelmiştir. Gerçekleşen fiilin dış dünyada meydana getirdiği etki ve tepki gözetilmekte, açık ve yakın tehlikenin ortaya çıkması ‘halinde’ fiil suç sayılmaktadır. Yasanın gerekçesinde açıkça belirtildiği gibi buradaki tehlikenin somut tehlike olduğu yönünde bir kuşku bulunmamaktadır. Söz konusu suçun oluşması için kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak ortaya çıkması gerekir. Her olayda, somut tehlikenin varlığı aranmalıdır. Ayrıca, Anayasanın 25, 26 ve 90’ıncı maddeleri gereğince iç hukukumuzun bir parçası sayılan AİHS. 9 ve 10’uncu maddeleriyle güvence altına alınan düşünce ve ifade hürriyetinin sınırlarının aşılıp aşılmadığı yönünden de değerlendirme yapılmalıdır. T.C. Anayasasının 26 ve İHAS’nin 10. maddeleri, düşünce hürriyetinin resmi makamların müdahalesi olmadan haber veya bilgi almak veya vermek serbest- liğini de kapsadığı gibi haber alma, öğrenme özgürlüğünün özel bir şekilde önemsendiğini hatırlatmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 10. maddede garanti altına alınan düşünceyi açıklama özgürlüğünü vurgulayan bir çok kararında hemen hemen ortakbir ifade kullanarak bu özgürlüğün demokratik toplumun temel taşlarından olup, kişinin ilerleyip gelişmesinin koşullarından birini teşkil edeceğini ve bu özgürlüğün sadece zararsız sayılan haber ya da fikirler bakımından değil, aynı zamanda, devlet yahut halkın bir bölümü için aykırı, kural dışı veya endişe verici olanları da içerebileceğini, demokratik toplumun vazgeçemeyeceği açık fikirliliğin gereği olduğunu kabul etmiştir. Somut olayda davaya konu köşe yazıları bir bütün olarak ele alınıp değerlendirildiğinde, şiddet içermediği, bu yazılar nedeniyle toplumda hiçbir tepki meydana gelmediği, açık ve yakın bir tehlikenin mevcut olmadığı, bu nedenlerle de ifade özgürlüğü kapsamında olup 5237 sayılı TCK.nun 216. maddesindeki tanımlanan suçun unsurlarının oluşmadığı ve sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı biçimde mahkumiyetine karar verilmesi, yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince bozulmasına … “
3713 sayılı TMK 7/2. madde içtihatları:
Yargıtay 3. Ceza Dairesi 2021/6100 esas 2022/3418 karar sayılı kararı: “Propaganda; belli bir görüşün, ideolojinin toplum içinde yayılmasını, fikir ve kanaatlerinin kökleşmesini sağlamak için, bu amacın gerçekleşmesine yönelik olarak her türlü maddi ve manevi araca başvurarak telkin, teşvik ve etkide bulunmak olarak tanımlamak mümkündür.
Propaganda yapma fiilinden örgütün övülmesi, kişilerde örgüte sempati duyulmasını sağlayacak hareketler gerçekleştirilmesi, örgütün faaliyetlerine yakınlık sağlayacak duyguların yaratılması, örgüte karşı duyulan düşmanlığın ortadan kaldırılması sonucunu doğuran hareketlerin yapılması, örgütü iyi gösteren biçimde tanıtmak gibi faaliyetler anlaşılabilir.
Ancak bütün bu faaliyetlerin, maddenin son hali gereğince, “örgütün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” olması gerekir. Böylece maddenin yeni haliyle propagandanın yapılış şekline sınır getirilmiştir. Propagandanın örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini ya meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde yapılması gerekir. Bu durumda her türlü propaganda fiili bu suçun oluşması için yeterli olmayacak ancak maddede sayılan alternatif niteliklere sahip olan propaganda fiilleri suç teşkil edecektir. Propagandanın bu niteliklere sahip olup olmadığı ise her somut olayda hakim tarafından değerlendirilecek bir husustur.
Örgütün propagandasının belirli bir şekilde yapılması şart değildir. Yazılı, sözlü fiillerle olabileceği gibi, gösteri, protesto vb. yollarla yapılması da mümkündür. Bu suç ancak kastla işlenebilen bir suçtur; taksirle işlenemez. Özellikle maddenin son halinden sonra bu suçun olası kastla işlenemeyeceğini hatta doğrudan kastla işlenebileceğini belirtmek gerekir. Zira failin propaganda yapmaktaki amacı örgütün iyi gösterilmesine, destek görmesine, örgütün toplum nezdinde benimsetilmesine yönelik olmalıdır. “
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/5080 esas 2016/968 karar sayılı kararı:
İfade özgürlüğü T.C. Anayasasının 26. ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına dair Sözleşmenin 10. maddesi ile teminat altına alınmıştır.
İfade özgürlüğünün kullanımına meşru bir müdahale için;
1- Müdahalenin yasalarda öngörülmüş olması,
2- Ulusal güvenlik,toprak bütünlüğü, kamu emniyeti, kamu düzeninin sağlanması ve suçun işlenmesinin önlenmesi, sağlığın korunması, ahlakın, başkalarının şöhret ya da haklarının korunması, gizli tutulması kaydıyla alınmış bilgilerin açıklanmalarının engellenmesi ve yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin değerlerden bir veya bir kaçını korumaya yönelik olmalıdır.
3- Müdahale demokratik bir toplumda gerekli bulunmalıdır.
İfade özgürlüğü terörle mücadele kapsamında en çok müdahale ve sınırlamaya maruz kalan temel haklardandır. Nitekim 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2. maddesindeki propaganda yasağı bu duruma örnek teşkil etmekle birlikte kanun koyucu maddede zaman zaman yaptığı değişikliklerle özgürlüğü genişletmiştir. Bu amaçla 11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu; terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; örgütün “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da teşvik edecek şekilde” yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın AİHS uygun hale
getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak, aynı kanunun 7. maddesinin 2. fıkranın b bendinde ise; toplantı ve gösteri yürüyüşünde gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1- Örgüte ait resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
2- Slogan atılması,
3- Ses cihazları ile yayın yapılması,
4- Terör örgütüneaitamblem,resimveya işaretlerin üzerindebulunduğu üniformanın giyilmesi, şeklindeki fiil ve davranışlar propaganda suçundan cezalandırılacaktır.
Bu düzenleme ile kanun koyucu herhangi bir unsurun varlığına bağlı olmaksızın bu suçun oluşacağı kabul edilmek suretiyle ifade özgürlüğü parametrelerini dışlayan tipe uygun eylem tanımlaması yapmıştır.
T.C. Anayasasının 90/son maddesine göre “usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konularda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
Temel hak ve hürriyetlere ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ekli protokoller Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmıştır. Anayasal düzenleme karşısında, ifade özgürlüğüne ilişkin Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesi bir iç düzenleme şekline dönüşmüştür.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de; kişinin hakkı ile toplumun çıkarı ve özellikle kişinin temel ifade özgürlüğü hakkı ve demokratik toplumun terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı kendini korumaya ilişkin meşru hakkı arasında bir denge kurulması ihtiyacını beraberinde getirmektedir. (Zana v. Türkiye) Devletlerin terör ile mücadelesinin zorluklarına vurgu yaparak, müdahalenin acil bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanıp kaynaklanmadığı, hedeflenen meşru amaca uygun olup olmadığını, devlet yetkililerince ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı ortaya konulmalıdır. (Yılmaz ve Kılıç/ Türkiye davası)
Terör ile mücadele kendine özgü birtakım zorlukları barındırdığından devletler bu mücadelede daha geniş bir takdir marjına sahip olduğu kabul edilmekle birlikte terör ile mücadelede bir hukuk rejimidir. Uluslarası hukuktan kaynaklanan yükümlülüklerin ihmal edilebileceği bir alan değildir.
Toplantı veya gösteri yürüyüşünde olsun veya olmasın; yazı veya sözler (atılan slogan, taşınan pankartveya giyilen üniforma) ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır. İfade özgürlüğü sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler için de uygulanabilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın Nevruz kutlamaları sırasında silahlı terör örgütü kurucusu lehine ifadeler içeren slogan attığı olayda, atılan sloganların terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı, toplantının olaysız sona ermesi karşısında bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği halde, yasal olmayan gerekçeyle mahkumiyet hükmü kurulması, “
4.3. Anayasa Mahkemesinin Kararları:
Zübeyde Füsun Üstel Ve Diğerleri BaşvurusuR.G. Tarih ve Sayı: 19/9/2019 – 30893
” 10. 11/1/2016 tarihinde 1.128 akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen ve yukarıda kısaca özeti verilen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısı yapan bir bildiri yayımlanmıştır. “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi” veya “Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi” olarak isimlendirilen bildirinin yayımlanmasını takip eden hafta içinde imzacı akademisyenlere destek olmak amacıyla gelen yeni imzalarla birlikte bildirinin nihai imzacı sayısı 2.200’ü aşmıştır. Değişik üniversitelerde görev yapan başvurucular da bildiriye imza atan akademisyenler arasındadır.
…
Nihai Değerlendirmeler
123. Anayasa Mahkemesi son kırk yıldır ülkenin bir kısmında olağanüstü hâl ilan edilmesini gerektiren, çok ciddi can kayıplarına yol açan, güvenlik kuvvetleri ile PKK terör örgütü arasında ciddi çatışmaların meydana geldiği bölgedeki güvenlik durumunu ciddileştirecek sözler ve eylemler konusundaki endişelerin bilincindedir.
124. Dahası başvurunun odağında yer alan bildirinin belirli bir perspektiften ve tek yanlı hazırlandığı, abartılı yorumlar içerdiği, güvenlik güçlerine karşı incitici ve saldırgan bazı ifadeler barındırdığı da kabul edilmelidir. Buna ilave olarak Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünün korumasından faydalanması gerektiği yönündeki yorumları Anayasa Mahkemesinin bildiride yer alan düşünceleri paylaştığı veya desteklediği anlamına da gelmez.
125. İncelenen başvuruda başvurucuların altına imza attıkları açıklama gerçekten de toplumun büyük çoğunluğu için kabul edilemez bir içeriğe sahiptir. Ülkenin bir bölgesinde terör örgütü mensuplarınca açılan hendeklere ve silahlanmaya müdahale eden, bu anlamda da terörle mücadele eden devleti halka “katliam”, “kıyım” ve “işkence” yapmakla suçlayan bir açıklamaya katılmak elbette mümkün değildir. Bunlar, belki çok küçük bir grup dışında, toplumun kahir ekseriyetini rahatsız eden çok ağır ifadelerdir.
126. Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin hiçbir şekilde içeriğine katılmadığı sözler de ifade özgürlüğü kapsamında kalabilir. Bir ifade ya da açıklamanın ifade özgürlüğü kapsamında kalıp kalmadığı değerlendirilirken söz konusu ifadelerin doğru ya da rahatsız edici olup olmadıkları belirleyici olmaz. Bu noktada kullanılan sözlerin doğru ya da kabule şayan olup olmadığının değil, terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
127. Bir bütün olarak bakıldığında içeriği Anayasa Mahkemesince paylaşılmasa bile bildirinin ilan edildiği bağlam da dikkate alındığında şu sonuçlara ulaşılmıştır:
(a) Başvurucuların altına imza attıkları bildirinin nesnel anlamı gözetildiğinde bir bütün olarak PKK terörünün övülmesi, terörizme destek gösterisi, şiddet kullanımına, silahlı direnişe ya da başkaldırıya doğrudan veya dolaylı teşvik olarak nitelendirilmesi mümkün görünmemektedir. Başka bir deyişle bildiride başkalarınca aynı suçların işlenmesi amacıyla terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerinin savunulduğu değerlendirilmemiştir.
(b) Bir düşünce açıklamasının terörün veya terör örgütünün propagandası olduğu iddia edildiğinde değerlendirilecek en önemli unsur ifadelerin şiddete yol açma potansiyelinin bulunup bulunmadığıdır. Somut olayın koşullarında başvuruya konu bildirinin internette yayımlanmasının devlet ve toplum hayatında olumsuz sonuçlar doğurduğu, devletin terörle mücadele faaliyetleri üzerinde kayda değer bir etkisi olduğu gösterilememiştir.
(c) Bildiriyle hendek olaylarında güvenlik güçleri ile çatışmaya giren örgüt üyelerinin övüldüğü, terör örgütünün yüceltildiği, çatışmalara doğrudan katılan güvenlik gücü mensuplarına karşı özellikle bir nefret aşılandığı veya şiddete başvurmanın cesaretlendirildiği değerlendirilmemiştir (Ayşe Çelik, § 57; ayrıca ilgili olduğu ölçüde bkz. Abdullah Öcalan, §§ 105-108; Mehmet Ali Aydın, §§ 81-84).
(d) Hazırlanmasında veya imzalanmasında güdülen diğer amaçlar ne olursa olsun ve hangi dil ve üslup kullanılırsa kullanılsın nihai olarak bildiride o tarihlerde sürmekte olan çatışmaların sona erdirilmesi talebinin baskın olduğu değerlendirilmiştir.
(e) Dolayısıyla bildirinin örgütün başa çıkılması imkânsız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum üzerinde oluşturmak, örgütün terör eylemlerine karşı olan kişi ve kuruluşları ortadan kaldırmak, sindirmek, halkın örgüte aktif desteğini sağlamak amacıyla ilan edildiği kanaatine ulaşılmamıştır.
128. Açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması şiddete tahrik ettiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
129. En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz. Yaklaşık on ay boyunca on bir şehirde terör örgütüne karşı yürütülen ve milyonlarca insanın hayatını etkileyen operasyonların kamuoyu tarafından takip edilmesi ve operasyonlar hakkında farklı değerlendirmeler yapılması normal karşılanmalıdır.
130. Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğunun düşüncelerinden açıkça farklı olduğu ortadadır. Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamaların korunması noktasında daha hassas davranılması gerekir. Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olaylar hakkındaki farklı bakış açılarının -onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir.
131. Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir. Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında başvurucuların mahkûmiyetlerinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.
…
A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Muammer TOPAL, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL, Yıldız SEFERİNOĞLU ve Selahaddin MENTEŞ’in karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, ” karar verildiği görülmüştür.
V. SOMUT DAVA İLE İLGİLİ DEĞERLENDİRME:
5.1.Türk Tabipler Birliğinin kurumsal internet sayfası olan http://www.ttb.org.tr üzerinden yapılan davaya konu bildiri metinleri aynen şu şekildedir.
24/01/2018 tarihli bildiri metni;
“Biz hekimler uyarıyoruz:
Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur.
Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.
Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz.
Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.
Savaşa hayır, barış hemen şimdi! “
01/09/2016 tarihli bildiri metni;
“Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi 1 Eylül Dünya Barış Günü mesajını yayımladı
BU TOPRAKLARDA EŞİTLİK VE BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAMIZ ÇOK MÜMKÜN!
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü.
Bundan tam 77 yıl önce Nazilerin Polonya’yı işgal etmeleri ile başlayan İkinci Büyük Emperyalist Savaş, milyonlarca insanın ölümüne, yaralanmasına, etkisi yıllar boyu sürecek sağlık sorunlarına neden oldu; ardında moloz yığınları haline gelmiş kentler bıraktı. Faşizme karşı büyük bedeller ödenerek, nihayetinde insanlığın galip geldiği emperyalist paylaşım savaşının savaşının başladığı gün olan 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Ne yazık ki bir Dünya Barış Günü’nü daha daha acılar içinde karşılıyoruz. Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en kanlı dönemlerinden geçiyor. Her gün bir kentimize düşen bombalar yüreklerimizi dağlıyor, her gün evlerimize ateş düşüyor. İnsanlığa düşman saldırılar mitinglerimizi, Anadolu halklarının en şen günlerinden biri olan düğünleri, ülkenin muhalefet liderini hedef alıyor.
Bitmiyor, iktidarın kendi eliyle her türlü desteği vererek besleyip büyüttüğü gerici bir yapılanmanın darbe girişimi ile katledilen onlarca yurttaşımızın acısı, demokrasinin olmazsa olmazı parlamentonun bombalanmasına dair öfkemiz hala taze.
Bitmiyor, darbe girişiminin faillerine yönelik olarak başlatılan operasyonlar, hayatını emek ve demokrasi mücadelesine adamış onlarca ilerici hekimin, gazetecinin, sanatçının alıkonulduğu bir ”cadı avı”na dönüştürülüyor; işkence ve kötü muamele uygulamaları iktidar eliyle basına servis ediliyor.
Bitmiyor, çocuklarımız gerici örgütlerin yurtlarında, göçmen kamplarında, çadırlarda şiddete ve tecavüze uğruyor, tüm adalet arayışlarının kapıları kapalı tutuluyor.
Bitmiyor, her gün ülkemizin çeşitli yerlerinde iş cinayetleri nedeniyle emekçiler katlediliyor, tüm hesap sorma kanalları tıkatılıyor.
Bitmiyor, demokratik yollarla çözümün mümkün olduğu tarihsel süreçte farklı toplumlardaki örnekleriyle de bilinen Kürt sorunu kanla, talanla, işkence ve kötü muameleyle derinleştiriliyor. Onlarca kentimiz yıkıntı haline getiriliyor, yüzlerce sivil yurttaşımız katlediliyor, binlerce yoksul insan göçe zorlanıyor.
Bitmiyor, iktidarın ve emperyalist güçlerin akıl almaz Suriye politikası nedeniyle cihatçı çetelerin taşeronluğunda kana bulandırdığı Suriye’den ülkemize göç eden 4 milyona yakın göçmen insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkum ediliyor, insan yaşamı vize pazarlıklarında hiçe sayılıyor.
Bitmiyor, demokrasiyi lağveden OHAL ve KHK’lar ile emekçiler her geçen gün yoksullaştırılıyor, doğal kaynaklarımız ve kentlerimiz ranta feda ediliyor.
Bitmiyor… Bitmeyecek de; bizler, emekçiler, barıştan yana saf tutanlar, gericiliğe baş kaldıranlar, bu kan siyasetine ”hayır!” diyenler bir araya gelip sözlerini haykırmadıkça bitmeyecek.
Gerek ülkemiz içinde, gerekse sınırlarımızın dışında toplumsal ve evrensel barışı ayakları altına alan bu kan siyasetine karşı sesimizi yükseltmek, bir canımızı, evladımızı, kardeşimizi daha bu kan siyasetine kurban etmemek, bir Dünya Barış Günü’nü daha acılar içinde karşılamamak için tüm halkımızı sesimize güç vermeye, Emek ve Demokrasi Güç Birliği’ne katılmaya davet ediyoruz.
Biliyoruz, her türlü emeği sarf etmeye de varız: BU TOPRAKLARDA EŞİTLİK VE BARIŞ İÇİNDE YAŞAMAMIZ ÇOK MÜMKÜN!”
5.2. Bildirilerin içeriğine mahkumiyete konu TCK nın 216/1. maddesi kapsamında Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Suçu yönünden ve 3713 sayılı TMK nın 7/2. maddesi kapsamında Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçu yönünden bakıldığında;
Türkiye Cumhuriyeti devletinin meşruiyetini uluslararası hukuktan alan yetkiyle ulusal güvenliğinin temin için sınır ötesi operasyonlar yapmasının veya iç güvenlik tedbirleri kapsamında şehirlerde yuvalanan ve ülkenin bütünlüğüne yönelik olarak şiddet eylemlerine girişen terör odaklarına karşı haklı olarak mücadele yürütmesi ülke güvenliği ve bölünmez bütünlüğü için elzemdir. Ancak, söz konusu bu mücadele ile ilgili olarak yapılan tek yanlı, abartılı yorumlar, güvenlik güçlerine karşı incitici ve saldırgan bazı ifadeler barındırsa da, her eleştiri doğrudan terör örgütü propagandası kapsamında kalmayacağı gibi halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği anlamına da gelmez. Davaya konu bildirilerin genel olarak şiddet karşıtı bir içerikte olduğu, etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermediği, devletin askeri operasyonlarının da eleştirilmiş olmasının, sözlerin belli toplum kesimi üzerinde kin ve nefret duygularının oluşumuna veya mevcut duyguların pekişmesine etkide bulunmadığı, objektif ve tarafsızlıktan uzak, incitici, rahatsız edici olduğu fakat şiddet içermediği ve şiddet kışkırtıcılığı bulunmadığı, en önemlisi somut tehlike suçu olan atılı suç açısından yakın tehlikeye neden olmayan beyanlar olduğu, suçun oluşması için kamu güvenliğinin bozulması tehlikesinin somut olgulara dayalı olarak ortaya çıkması gerektiği, davaya konu bildiriler sonrası somut ve yakın bir tehlikenin ortaya çıktığına dair bulgu olmadığı, halkın bir kesimine karşı düşmanca tavır gösterilmesine yol açmaya veya bu tür tavırları pekiştirmeye elverişli etkili bir şiddet çağrısı ya da nefret söylemi içermediği, bu sebeplerle bildirilerin hem TCK nın 216/1. maddesi kapsamında Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Suçu yönünden, hem de 3713 sayılı TMK nın 7/2. maddesi kapsamında Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçu yönünden atılı suçun unsurlarının oluşmadığı kanaatine varılmıştır.
5.3.Sanık Hande ARPAT hakkındaki kurulan Terör Örgütü Propagandası Yapmak Suçuna İlişkin Değerlendirme;
İncelemeye konu ilk derece mahkeme hükmü ile sanık Hande Arpat hakkında 21/09/2014 ve 17/10/2014 tarihlerindeki sosyal medya paylaşımları nedeniyle 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi, 7/2-2. cümlesi, TCK’nın 43/1 ve 62/1. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir.
Sanığın 17/10/2014 tarihli paylaşımına bakıldığında; Söz konusu paylaşımda fotoğrafve altında mektup içerikli bir paylaşım olduğu, kişiye ait resimde silah olmadığı, kişinin kimliği veterör örgütü mensubiyetine ilişkin her hangi bir bilgi içermediği, kolluk tutanağında yer alan terör örgütü işaretleri içeren alttaki fotoğrafın sanığın paylaşımı değil, kişinin kim olduğunu tespit amacıyla kolluk tarafından araştırma sonucu temin edilen fotoğraf olduğu anlaşılmıştır.
Sanığın 21/09/2014 tarihli paylaşımına bakıldığında; aynı tarihte yaptığı iki paylaşımın da “ileri haber” sitesine ait haberin resimleri olduğu, alt kısmında haber metinlerinin olduğu, sanığın bu haberlere herhangi bir yorum yapmadığı, sadece paylaştığı anlaşılmıştır.
Mahkumiyete konu paylaşımların,açıkça şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde, anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi içermediği, bu anlamda 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesinde belirtilen şartları taşımadığı, 21/09/2014 tarihli paylaşımda resmi paylaşılan kişinin kimliği ve örgüt mensubiyetine dair herhangi bir ibare olmadığı, Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 2021/7892 esas 2022/3993 karar sayılı ilamında da; (Sanığın, anılan örgüte mensup olup olmadığı belli olmayan, yüzü maskeli ve elinde silah bulunan bir şahsın fotoğrafının altında “Cihat kıyamete kadar devam edecek bir farzdır” yazılı görseli sosyal medya hesabı üzerindenpaylaşmaktan ibaret eyleminin silahlı terör örgütünün başvurmuş olduğu cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek, bu yöntemleri övecek, yada bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelikte olmaması nedeniyle 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde yazılı silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunun unsurlarının oluşmayacağı gözetilmeksizin, delillerin değerlendirilmesinde düşülen yanılgı neticesinde atılı suçtan beraati yerine mahkumiyetine hükmedilmesi ) belirtildiği gibi söz konusu paylaşımda propaganda suçunun unsurlarının oluşmayacağı, 21/09/2014 tarihli paylaşımın ise sadece haber paylaşımı olduğu, şiddete çağrı veya teşvik içeriği taşımadığı, ayrıca 2011 yılındaSuriye iç savaşının başlaması akabinde,nihai amaçları arasında bölgede terör devleti kurmak ve Türkiye Cumhuriyeti devletine yönelik terör faaliyeti olduğu sonradan anlaşılan, silahlı terör örgütü olduğu ilk olarak Yargıtay 16. Ceza Dairesinin31/12/2018 tarih 2018/3775 esas2018/3775 karar ile gerekçeli olarak belirtilen PYD/YPG silahlı Terör Örgütünün, davaya konu paylaşımın yapıldığı 2014 yılında DAEŞ terör örgütünün bölgedeki terör faaliyetlerine karşı mücadele eden bir örgüt olduğu yönünde toplumda bir intiba olması hususları da nazara alındığında, hükme konu sosyal medya paylaşımlarının atılı propaganda suçunun unsurlarını oluşturmadığı anlaşılmıştır.
VI. KARAR
Yapılan yargılamaya, dosya ve duruşma tutanakları içeriğine göre; maddi vakıanın belirlenmesi bakımından yeni delil ikamesi veya mevcut delillerin yeniden takdir edilmesini gerektiren bir durum olmadığı, maddi vakıanın sübutu yönünden sorun bulunmadığı ancaksübutu kabul edilen maddi vakıaya bağlanan hukuki neticenin hatalı olduğu anlaşıldığından ve bu hususun davanın yeniden görülmesi ve duruşma açılmasını gerektirmeksizin CMK’nın 280/1-a-2. cümlesi ve 303/1-a maddeleri uyarınca düzeltilmesi olanaklı bulunduğundan;
Gerekçeli kararın;
B fıkrasının tüm bentlerinin tamamenhükümden çıkartılarak, yerine;
“B-Sanık HANDE ARPAT hakkında 21/09/2014 ve 17/10/2014 tarihlerinde sosyal medya paylaşımları nedeniyle teselsül halinde Terör Örgütünün Propagandası Yapmak suçundan; yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca BERAATİNE,
C fıkrasının tüm bentlerinin tamamen hükümden çıkartılarak, yerine;
C-1-Sanıklar AYFER HORASAN, BÜLENT NAZİM YILMAZ, DURSUN YAŞAR ULUTAŞ, FUNDA BARLIK OBUZ, HANDE ARPAT, MEHMET RAŞİT TÜKEL, MEHMET SEZAİ BERBER, MUSTAFA TANER GÖREN, SELMA GÜNGÖR, SİNAN ADIYAMAN ve ŞEYHMUS GÖKALP’in 01/09/2016 tarihli fiilleri nedeniyle Halkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etmek suçundan; 24/01/2018 tarihli fiilleri nedeniyle nedeniyle Terör Örgütü Propagandası Yapmak veHalkı Kin ve Düşmanlığa Alenen Tahrik Etmek suçlarından; sanıklara yüklenen fiillerin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması nedeniyle CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca ayrı ayrı BERAATLERİNE,
2-Sanıkların atılı suç nedeniyle gözaltında kaldığı anlaşıldığından CMK nın 232/6. maddesi yollaması ile CMK. nın 141–144. maddeleri gereğince beraat kararının kesinleştiğinin tebliğinden itibaren 3 ay içinde ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen 1 yıl içinde TAZMİNAT İSTEMİNDE BULUNULABİLECEĞİNİN; istemin zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağının İHTARINA,
3-Kendisini vekille temsil ettiren ve beraat eden tüm sanıklar için hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca tayin ve takdir olunan 5.450- TL’şer maktu vekalet ücretinin Hazineden alınarak tüm sanıklara ayrı ayrı verilmesine,
D fıkrasının tüm bentlerinin tamamen hükümden çıkartılarak, yerine;
D-1-Kararların niteliği gereği yargılama giderlerinin kamu üzerinde bırakılmasına.
2-Adli Emanetin 2018/11907 ve 2018/5686 sırasında kayıtlı sanıklardan ele geçen dijital materyal asıllarının CMK nın 134/2. maddesi gereğince kararın kesinleşmesi beklenilmeksizin ivedi olarak sahiplerine İADESİNE,
3-Adli Emanetin 2018/11907, 2018/13720 ve 2018/5686 sırasında kayıtlı dijital materyallere ilişkin imaj ve exportların dosyada delil olarak saklanmasına,
4-Adli Emanetin 2018/5892 ve2018/2580 sırasında kayıtlı sanık Selma Güngör’ e ait tüm kitap, kart notlar ve bloknotların sanığa iadesine ,
Adli Emanetin 2018/2253 sırasında kayıtlı ve sanık Şeyhmus Gökalp’e ait 1 adet Türkçe ve Kürtçe basılmış İbrahim Kaypakkaya isimli kitabın sanığa iadesine,
Adli Emanetin 2018/2575 sırasında kayıtlı T.T.Bbinasında ele geçirilen 11 adet afişin bu kuruma iadesine,
Adli Emanetin 2018/2576 sırasında sanık Mehmet Sezai Berber ‘e ait 1 adet Devrimci Yol Seçmeler, 1 adet Yolcuların düşü ve 1 adet Devrim isimlikitapların sanığa iadesine,
Adli Emanetin 2018/2578 sırasında kayıtlı sanık Funda Obuz’a ait 1 adet Çatışmanın Çözümü Öz Yönetim isimli derginin sanığa iadesine,
Adli Emanetin 2018/2577 sırasında kayıtlı T.T.B ‘de yapılan aramada ele geçirilen 2016 HDP Sur Raporu isimli kitapçık ve ekindeki CD ile 1 adet 2017 3 köyde insan hakkı ihlalleri isimli kitapçık ve CD lerin bu kuruma iadesine “
İbareleri eklenmek suretiyle DÜZELTİLEREK İSTİNAF BAŞVURUSUNUN ESASTAN REDDİNE,
Kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, bir örneğinin de istinaf başvurusunda bulunan sanık müdafiine TEBLİĞİNE,
Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı yönünden kararın kendilerine geliş tarihinden, istinaf başvurusunda bulunan sanık müdafii yönünden ise tebliğ tarihinden itibaren Dairemize verilecek dilekçe veya tutanağa geçirilip hâkime onaylatmak üzere zabıt katibine beyanda bulunmak veyahut da bir başka ilk derece ceza mahkemesi veya Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi aracılığıyla dilekçe göndermek, ilgilinin cezaevinde bulunması halinde ceza infaz kurumu ve tutukevi müdürüğüne beyanda bulunmak veya bu hususta bir dilekçe vermek suretiyle,İstinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin karara karşı onbeş gün içerisinde CMK’nın 286 ve devamı maddeleri uyarınca Yargıtay ilgili Ceza Dairesi nezdinde TEMYİZ kanun yolu açık olmak üzere 28.09.2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.